İhsan Fazlıoğlu: "Osmanlı Devleti'nde Tıbbî Eğitim
ve İbn Nefîs'in Eserlerinin Bu Eğitimdeki Yeri -Bir Yol Haritası-"
Şurada sunulmuştur:
"Te'sîr Muellefât İbn en-Nefîs fî et-Ta'lîm et-Tıbbî fî ed-Devlet el-Usmâniyye" [İbn Nefîs'in Eserlerinin Osmanlı Tıp Eğitimine Etkisi], II. Uluslararası Kültür Sempozyumu: Tabîb, Fakîh ve Filozof İbn en-Nefîs], Kuveyt 8-10 Kasım 1997.
İbn Nefîs'in Eserlerinin Bu Eğitimdeki Yeri
-Bir Yol Haritası-
A. Osmanlı Devleti'nde Tıbbî Düzen
Osmanlı Devleti tarihin zaman ve mekan boyutlarında görülen en büyük devletlerden biri olduğundan her sahada güçlü bir teşkilat kurmuş ve bu teşkilatı siyasî, iktisadî ve ictimai şartları çerçevesinde iyi bir şekilde işletmiştir.
Osmanlılarda tıp eğitimi, medrese eğitim sisteminde mevcut olan tertip derslerinin tamamlanmasından sonra başladığından, tıp tahsil etmek isteyen öğrenci öncelikle ibtiday-ı hâriç ve dahil medreselerinde okur, daha sonra, tıb öğrenmeye başlardı. Bu tarz bir tıb eğitimi, sadece Osmanlı eğitim sisteminden kaynaklanmamakta, ayrıca klasik tıb eğitiminde tıb tahsil eden bir kişinin tıp eğitiminden önce öncelikle mantık, ilm el-ahlak ile aritmetik, geometri, müzik ve astronomi gibi ilimleri mutlaka tedris etmesi gerektiği konusundaki kabule dayanmaktadır 1. Tıp eğitimini tamamlayan bir kişi, medrese tahsili de gördüğünden, devletin siyasî mevkilerine, şeyhülislamlığa, hatta sadaret makamına kadar yükselebilmektedir. Ancak tıb eğitimi alan kişi esas itibariyle hekimbaşı olarak sarayda veyahut darüşşifalar gibi diğer tıb müesseselerinde vazife alabilimekteydi. Neticede Osmanlılarda tıb eğitimi medreselerde değil, darüşşifalarda ve bağımsız tıp medreselerinde verilmekteydi; bu sistemi düzenleyen ve yürüten de hekimbaşılık müessesesiydi.
a. Hekimbaşılık Müessesesi
Daha önce tarihte vücud bulmuş İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da, devletin bütün sağlık işlerini yürüten bir hekimbaşılık müesesesi bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti'nde bu müessese, -Orhan Gazi'den Sultan II. Bayezid'e kadar sultanların nezdinde devletin sağlık işlerini yürüten saray hekimleri bulunurken-, Sultan II. Bayezid döneminde ülkenin sağlık hizmetlerinin idaresini üstlenmesi için ihdas edilmiştir. Sarayın bîrun ricalinden olup sadarete bağlı olan hekimbaşılar, 1836 yılına kadar, ilmiyye sınıfından çok iyi yetişmiş, tıp ilmine vakıf ve ehliyetli kişiler arasından seçilirlerdi. Sarayın içinde ve dışında çeşitli görevleri olan hekimbaşı, padişah ve hanedan üyelerinin sağlığıyla ilgilenmenin yanısıra, Saraydaki eczahaneleri ve beş hastahaneyi idare ederdi. Yirmibir kişiden oluşan etibba-i hassa, cerrahîn-i hâssa, kehhalîn-i hassa ve münecimlerin de başı olan hekimbaşı bu kişilerin seçimini yapar ve onları denetler, tayin ve azlederlerdi. Saray dışında devletin her yerindeki sağlık işlerini de hekimbaşı yürütürdü. Osmanlı Devleti sınırları içindeki bütün sağlık müesseseleri hekimbaşıya bağlı olduğundan, hastahanelerde, darüşşifâlarda ve bimarhânelerde görevli tabiblerin, cerrahların, kehhallerin ve eczacıların tayini, ordu tabiblerinin belirlenmesi hekimbaşı tarafından yapılırdı. Ayrıca tabiblerin ve cerrahların, özellikle İstanbul'da, özel muayenehane açmaları hekimbaşının iznine bağlıydı. Hekimbaşı saray içindeki ve dışındaki tıp eğitim ve öğretimi ile de doğrudan ilgiliydi. Hekimbaşı ayrıca İstanbul'daki müslim ve gayr-i müslim tabib, cerrah, kehhal ve attarları, cerrahbaşı ve kehhalbaşı ile birlikte teftiş ve imtihan eder, icazeti olmayan, ehliyetsiz ve yetersiz olanların dükkanlarını kapattırır ve meslekten men ederdi. Ehil olanlara da hekimbaşının mührünü taşıyan bir çalışma izin belgesi verirdi 2.
1837'de Bab-ı Seraskeri Harbiye Nezareti'nde sıhhiye dairesinin kurulmasıyla hekimbaşının yetkileri kısıtlandı. 1850'de tıbbiye nezaretinin ihdası ve hekimbaşının sağlık teşkilatı üzerindeki yetkilerinin kaldırılması üzerine hekimbaşılık, 1923'de saltanatın kaldırılmasına kadar, saray doktorluğuna inhisar kılındı. Şimdiye kadar elde edilen bilgilere göre 44 hekim hekimbaşılık görevini yürütmüş, bunların bazıları iki veya üç kere hekimbaşı olmuştur 3.
b. Şifahaneler
Genel anlamda hastahane olan daruşşifalar, bir vakıf müessesesi olarak, İslâm dünyasında, halkın sağlığı ile ilgilenen ve bunun yanında hoca-talebe ilişkisi içinde tıp eğitimi veren müesseselerdir 4. Osmanlılar, tıbbî müesseselere daruşşifa, akıl hastalarının tedavi edildikleri yerlere ise bimarhane adını vermişlerdir. Osmanlılar, Selçuklu kültürünün tesiriyle, Bursa'dan başlıyarak devletin birçok bölgesinde daruşşifalar tesis etmişlerdir. Hastalıkların tedavisi maksadıyla inşa olunan daruşşifalarda İslâm geleneğinin devamı olarak, usta-çırak ilişkisi içerisinde tıp eğitimi de verilmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi, Osmanlılarda bütün hastahanelerin idaresi, sarayın ve devletin sağlık işlerine bakan hekimbaşı tarafından yürütülür; resmî tabiblerin isimlerini ve durumlarını belirten bir defter tutan hekimbaşılar herhangi bir yerde bir tabib ihtiyacı olursa, kıdemli ve ehil olanı arz yoluyla tayin ederlerdi.
Osmanlı devletinden önce Anadolu'da inşa edilen ve ayakta kalabilen hastahaneler Osmanlılar tarafından vakfiyeleriyle birlikte amacına uygun olarak kullanılmış ve korunmuşlardır. Selçuklular ile Beylikler döneminde birçok yerleşim alanında Dârüşşifa, Dârulâfiye, Dârussıhha veya Bîmaristan adıyla hastahaneler yapılmış; özellikle Kayseri'de Gevher Nesibe Daruşşifası (H. 602/M. 1205-1206) ile Sivas'ta I. İzzettin Keykâvus Daruşşifası'nın (H. 614/M. 1217-18) yanında Şifâhânelerle bağlantılı olarak birer tıp medresesi inşa edilmiş ve bu durum bir çok önemli hekimin yetişmesini sağlamıştır 5.
Osmanlı Devleti'nde ilk daruşşifa 15 Ramazan 802/12 Mayıs 1400 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Bursa'da inşa edilmiş; ikinci daruşşifa Fatih Sultan Mehmed tarafından (H. 875/M. 1470) İstanbul'da kurulmuştur. 1824 yılına kadar faal olan Fatih Daruşşifası'nda akıl hastalarının tedavisinde musikî yönteminin tatbik olunduğu bilinmektedir.
Sultan II. Bâyezid tarafından Edirne'de H. 895/M. 1488'de yapılan ve XX. yüzyıla kadar faal olan mimarî âbide mahiyetindeki Bayezid daruşşifası, göz hastalıkları ve musikîyle akıl hastalıkları tedavisinde önemli bir yer tutmaktaydı. Ayrıca Daruşşifa'nın avlusuna bir geçitle bağlı bulunan Medrese-i Etibbâ'da, müstakil tıp eğitiminin verildiği bilinmektedir 6.
Kanunî Sultan Süleyman'ın validesi, Yavuz Sultan Selim'in eşi Ayşe Hafsa Sultan tarafından Manisa'da inşa edilen (1522) bimaristan, küçük bir hastahane olmasına rağmen XIX. asır sonuna kadar akıl hastalarının mûsikîyle tedavisinde önemli bir yer işğal etmiştir. Süleymaniye Külliyesinin batı köşesinde yer alan ve 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa edilen Süleymaniye Daruşşifası, Osmanlı devletinde, tertip sırası olan bütün hastahanelerin en yüksek mevkiindeydi. Aşağıda ele alınacak olan Süleymaniye Tıp medresesinde okuyan talebeler uygulamalı derslerini ve stajlarının burada yapmaktaydılar. Kanunî Sultan Süleyman'ın eşi Haseki Hürrem Sultan tarafından, İstanbul'da 1550 yılında, tam teşekküllü bir hastahane olarak inşa edilmiş olan Haseki Daruşşifası, bugün bile Haseki Hastahanesi adıyla faaliyetlerine devam etmektedir.
Sultan III. Murad'ın validesi, Sultan II. Selim'in eşi Nûr Bânu Sultan (ö. 1583) tarafından, 991/1583'te, Üsküdar'da, her türlü hastanın tedavi edildiği bir hastahane olarak Mimar Sinan'a inşa ettirilen Valide-i Atîk Daruşşifası ile 1617 yılnda inşa edilen Sultan Ahmed Daruşşifası, Osmanlı Devleti'nde tesis edilen diğer önemli daruşşifalardır 7.
c. Süleymaniye Tıp Medresesi
Osmanlı Devleti, kuruluşunun ilk dönemlerinde, diğer ilmî sahalarda olduğu gibi, tıb sahasında da tabib yetiştirecek bir müesseseye sahip olmadığından kendisinden önceki İslam medeniyetinin yayıldığı coğrafî sahadaki mevcut birikimden beslenmiştir. Daruşşifalarda başlayan Osmanlı tıp eğitimi 8, Edirne Daruşşifası ile müstakil bir karakter kazanmış, ancak tam bağımsızlığını Süleymaniye Dâruttıbbının kurulmasıyla elde etmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan, Süleymaniye külliyesinin (H. 963/M. 1555) bir bölümünü oluşturan ve vakfiyesince "İlm-i tıbb için binâ olunan medrese-i tayyibe" olarak tarif edilen dâruttıb, bir külliye dahilinde düzenli olarak eğitim vermiştir. Mütehassıs hekim yetiştirmek maksadıyla kurulmuş olan Süleymaniye Tıp Medresesi, Osmanlı tıp eğitimi sahasında tıbbî ihtisaslaşma açısından çok önemli bir merhaleyi teşkil etmektedir; çünkü yukarıda da belirtildiği üzere daha önce daruşşifalarda yapılan tıb öğretimi, bu medrese ile müstakil bir hüviyete kavuşmuştur. Zira Süleymaniye külliyesinde tıp eğitimi, teorik kısmı medresede, pratik kısmı ise daruşşifada olmak üzere birlikte yürütülmüştür. Anatomi eğitiminin de yapıldığı bu tıp medresesinde, İbn-i Sîna'nın Kanûn'u ile İbn Nefîs'in Mucez el-Kanûn'u başta olmak üzere Osmanlı öncesinde telif edilen temel tıp eserleri ile Osmanlı döneminde telif edilen temel tıp kitaplarının okutulduğu tahmin edilmektedir. Süleymaniye dâruttıbbı muhtemelen XIX. asrın ortalarına kadar, yani tıbbiyenin açılışından bir müddet sonraya kadar talebe yetiştirmeye devam etmiştir.
Osmanlılarda tıp eğitimi, medrese eğitim sisteminde mevcut olan tertip derslerinin tamamlanmasından sonra başladığından, Süleymaniye tıp medresesinde okumak isteyen bir öğrenci önce ibtiday-ı hâriç ve dahil medreselerinde okur, daha sonra, tıb öğrenmek üzere Süleymaniye tetimmelerine gelirdi 9. Süleymaniye Tıp Medresesi'nden mezun olan tabiblerin, medrese tahsili de gördüklerinden, devletin siyasî mevkilerine, şeyhülislamlığa, hatta sadaret makamına kadar yükseldikleri bilinmektedir. Süleymaniye dâruttıbbından yetişen veya orada müderrislik yapan kimseler ayrıca hekimbaşı olarak sarayda veyahut diğer tıb müesseselerinde de vazife alabiliyorlardı 10.
Osmanlılar'da bunun yanında Tabib-i Hassa Dahil Medresesi adıyla Saray'da bir hassa tabibliği medresesi olduğu bilinmektedir 11. Ayrıca II. Meşrutiyet'ten sonra kurulan Darulhilafetilaliyye medreselerinin müfredat programlarında da tıp dersleri yer almaktadır 12.
B. İbn Nefis'in Eserlerinin Osmanlı Tıp Eğitimi ve Literatüründeki Yeri
Yukarıda genel hatlarıyla ele alınan Osmanlı tıp müesseselerinde tıb eğitiminin verildiği Süleymaniye Tıp Medresesi ile Daruşşifalar'da, Hipokrates, Calinus, Ebu Bekir er-Razi (öl. 313/925), Ebu el-Kasım ez-Zehrâvî (öl. 427/1036) İbn Sina (öl. 428/1037), İbn Baytar (öl. 646/1248), Hacı Paşa (öl. 816/1413) ve Davud el-Antâkî (1008/1599) gibi Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemi tıp alimlerinin eserleri tedris edilmekteydi 13. Ancak Osmanlı tıp eğitimi denilince akla gelen en önemli talîmî kitaplar hiç şüphesiz İbn Sina'nın el-Kanun fi et-Tıbb'ı ile onun muhtasarı olan İbn Nefis'in Mucez el-Kânûn fi et-Tıbb'ıdır 14.
a. Mucez el-Kanûn fi et-Tıbb
İbn en-Nefîs, Alâuddîn Ebu el-Hasan Ali b. Ebî el-Hazm el-Karşî (öl. 687/1288) 15 tarafından, el-Kanun'dan ihtisar edilerek telif edilen Mucez el-Kânûn dört fen üzerine tertip edilmiştir. Birinci fende nazarî ve amelî tıp kaideleri, ikinci fende müfred ve mürekkep ilaç ve gıdalar, üçüncü fende bir organla ilgili hastalıklar, dördüncü fende birden fazla organla ilgili hastalıklar ele alınmaktadır.
Mucez'in Türkiye kütüphanelerinde elliüç nüshası mevcuttur 16. Bu nüshalardan dokuz tanesi H. VIII., beş tanesi H. IX., yedi tanesi H. X., dört tanesi H. XI., dört tanesi H. XII. yüzyılda istinsah edilmiştir. Diğer nüshaların istinsah tarihleri belli olmamakla beraber üzerlerindeki kayıtlar Osmanlı döneminde kullanıldıklarına delalet etmektedir. Bu nüshalardan dokuzu Anadolu kütüphanelerinde geri kalan kırküç nüsha İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu durum da, İstanbul'un başkent olması yanında, Süleymaniye Tıb medresesi ile İstanbulda bulunan Darü'şşifalar'daki tıb eğitiminin yoğunluğundan kaynaklanmaktadır.
Bu nüshalardan Bursa İl Halk Kütüphanesi, Ulu Camii, nr. 1775'da kayıtlı bulunan nüsha (201 yaprak), Muhammed b. Muhammed el-Huseynî el-Erzincânî tarafından Safer ayı 772/1370'de Bursa'da istinsah edilmiştir Bu durum Mucez'in Osmanlı Devleti'nin daha ilk asrında tıp eğitiminde yerini almaya başladığını göstermektedir 17.
Nitekim, Taşköprîzâde Ahmed b. Mustafa, Miftah es-Saâde ve Misbâh es-Siyâde fi Mevdûât el-Ulûm adlı eserinde tıb ilminde muhtasar kitapların başında Mucez'i, mebsut kitaplar olarak da el-Aksarayî, es-Sedîdî ve en-Nefîsî'nin Mucez şerhlerini vermekte; müelliften de İbn Sina'dan sonra İslam dünyasında yaşamış en büyük tabib olarak bahsetmektedir. Taşköprîzade'nin bu ifadeleri, Osmanlı alimlerinin İbn Nefîs'e ve eseri Mucez'e nasıl baktıklarını göstermesi açısından son derece mühimdir 18.
Mucez'in Osmanlı tıp dünyası içindeki yerini, Osmanlı hekimlerinin ellerinde mütedavil olan eserler hakkında tam bir kanaat veren, 983/1575'de İç Hazine'den talim için Hekimbaşı Molla Kasım'a, ondan sonra da 988/1580'de Hekimbaşı İsa Çelebi'ye verilen 66 ciltlik tıp kitapları listesi iyi bir şekilde göstermektedir 19. Bu listede onuncu, onüçüncü, ondokuzuncu, elliüçüncü ve ellibeşinci kitaplar Mucez'in nüshalarıdır.
Mucez'in Osmanlı tıbb eğitimindeki yeri sürekli olmuştur. Mesela, H. XII/M. XVIII. asırda Ayaşlı Şaban Şifaî b. Ahmed (öl. 1116/1705) Süleymaniye Tıp medresesindeki müderrisliği esnasında Mucez'i öğrencilerine okutmuştur 20. Benzer şekilde Müminzade Ahmed Hasib el-Üsküdarî (öl. 1166/,1752-53) Silku'l-Leâl adlı manzum Türkçe tarih eserinde, dönemindeki bir Osmanlı Paşasını (Süleyman Paşa) tedavi eden tabiblerin kullandıkları kitaplar hakkında bilgi verirken Mucez'i ilk üç eser arasında saymaktadır 21.
Müftü Muhammed b. Hasancan, Beyzâde'nin Ravzat el-Esihhâ'sına yazdığı takrizde tıp kitabı okumanın alimler arasında yaygın olduğunu belirtmekte, en çok mutalaa edilen eserlerin de el-Kanun ve Mucez el-Kanun ile Mucez'in, Sediduddin el-Kazeruni ile Nefis b. İvaz el-Kirmâni şerhi olduğunu kaydetmektedir 22.
Mucez, Osmanlılar döneminde telif edilen tıp kitaplarına kaynaklık da etmiştir. Mesela, Musa Câlînûs b. Yehûda et-Tabib el-İsrâîlî (X./XVI. asrın ilk yarısı) Ahi Çelebi'nin (Hekimbaşı Ahmed b. Kemal et-Tebrizi -öl. 930/1523-24) isteği üzerine kaleme aldığı Risale fi Tabâyi'i el-Edviye ve İstimaliha adlı Türkçe eserinde faydalandığı eserleri zikrederken Sahib-i Mucez diyerek İbn Nefis'in eserinden iki defa alıntı yapmaktadır 23.
Mucez'in Bursa Ulu Camii nr. 2598'de bulunan nüshasının Şeyh el-Hacc Osman Efendi b. Mustafa tarafından Münzevi merhum Şeyh es-Seyyid Abdullah Nasiruddin tekkesine vakfedilmiş olması, eserin, aynı zamanda tekke ve zaviyelerde de kullanıldığını göstermektedir 24.
Bunların yanında Osmanlı Yazma Kütüphaneleri'nde bulunan Muceznüshalarının üzerlerinde mevcut olan kayıtlar, Mucez'in ne kadar yaygın kullanıldığına delalet eder. Mesela, Feridun Uzluk Ktp. nr. 6965'te kayıtlı Mucez nüshasında Hassa tabibleri müderrislerinden Mehmed Said ile Reisületibba es-Seyyid Mustafa Mesud'a (1224) ait temellük kayıtları bunu göstermektedir 25.
b. Mucez el-Kanun fi et-Tıbb'ın Şerhleri
Osmanlı tıp eğitiminde sadece Mucez'in değil, Mucez üzerine yazılmış şerhlerin de kullanıldığı görülmektedir.
Sedîduddîn el-Kâzerûnî es-Sedîdî'nin (öl. 745/1344'den sonra) 26 telif ettiği el-Muğnî fi Şerh el-Mucez'in 27 Türkiye kütüphanelerinde yirmiyedi nüshası vardır 28. Bu nüshalardan istinsah tarihi tespit edilenlerden dört tanesi H. VIII., yedi tanesi H. IX., yedi tanesi H. X., biri H. XI. asırda istinsah edilmiştir. Eserin yirmiyedi nüshasından beşi Anadolu kütüphanelerinde diğerleri ise İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. el-Muğnî, yukarıda, Mucez'den bahsederken zikrettiğimiz Hekimbaşıya verilen listede elliikinci sırada yer almaktadır 29. Eser Taşköprîzade tarafından da zikredilmektedir.
Mucez'in Osmanlı tıp eğitiminde kullanılan bir diğer şerhi Cemaluddin Muhammed b. Muhammed el-Aksarâyî (öl. 779/1378 veya 791/1389) 30tarafından Hall el-Mucez adıyla yapılmış şerhidir 31. Türkiye kütüphanelerinde yirmiüç nüshası olan eserin, istinsah tarihi belirlenen nüshalarından onüç tanesi H. IX., üç tanesi H. X., bir tanesi H. XI. asırda istinsah edilmiştir. Eserin yirmiüç nüshasından yedisi Anadolu kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu nüshalardan Köprülü nr. 971'da kayıtlı olan nüsha (281 yaprak) mukabele edilmiştir. Eserin Hüseyin Çelebi, nr. 831'da kayıtlı bir nüshası Veziriazam Köprülü Ahmed Paşa'nın Bursa'da yaptırdığı medreseye vakfedilmiş; Feridun Nafiz Uzluk nr. 6813'te kayıtlı bulunan nüsha ise, Osmanlı matematikçisi Mustafa Sıdkı ve öğrencisi Şekerzâde Feyzullah Sermed tarafından H. 1200 yılında mutalaa edilmiş ve fihristi hazırlanmıştır 32. Eser ayrıca Taşköprîzade tarafından da zikredilmektedir.
Osmanlı tıp eğitiminde kullanılan bir diğer Mucez şerhi Nefîs b. Ivaz el-Kirmânî'nin (öl. 853/1449) 33Şerh el-Mucez fi et-Tıbb'ıdır 34. Taşköprîzade ismini zikrettiği şerhin Türkiye kütüphanelerinde yirmi nüshası vardır. İstinsah tarihi tespit edilen nüshalardan bir tanesi H. IX., sekiz tanesi H. X., üç tenasi H. XI.; iki tanesi H. XII. asırda istinsah edilmiştir. Bağdalı Vehbi, nr. 1443'da kayıtlı nüshanın (46 yaprak) eserin sadece Müfredat kısmını ihtiva etmesi bazı kısımlarının özellikle kullanıldığını ve bağımsız bir risale gibi istinsah edildiğini gösterir. Yirmi nüshadan biri Anadolu'da geri kalan nüshalar İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. Eserin Nuruosmaniye nr. 3537'da kayıtlı bulunan nüsha (342 yaprak) Cafer el-Müderris tarafından 960 Ayasuluğ'da istinsah edilmiştir. Sultan II. Selim devri alimlerinden Garsuddin Ahmed b. İbrahim el-Halebî (öl. 971/1563-64) bu esere bir haşiye yazmıştır 35. Muhyiddin Abdülkadir b. Muhammed b. Yahya el-Hüseynî et-Taberî el-Mekkî eş-Şafiî (öl. 1033/1624) bu şerhin külliyat bölümünden bir kısmını Yusuf el-Gîlânî'den okumuştur 36. Bu bilgiler Mucez'in Kirmânî şerhinin yaygın olarak kullanıldığına delalet eder.
Osmanlı tıp eğitiminde kullanılan diğer bir Mucez şerhi Muzafuriddin Ebu es-Senâ Mahmud b. Ahmed b. Hasan el-Aynî (Ayntâbî) el-Emşâtî'nin (öl. 902/1496) 37 telif ettiği el-Muncez fi Şerh el-Mucez'dir 38. Hepsi İstanbul'da olmak üzere Türkiye kütüphanelerinde dört nüshası bulunan eserin, nüshaları H. IX., X., XI. ve XII. asırda istinsah edilmiştir 39.
Mucez'in diğer bir şerhi Şemsuddin Muhammed b. Mubarekşah el-Kazvînî'nin (öl. 928/1522) 40 telif ettiği Şerh el-Mucez fi et-Tıbb'dır. Kaynaklarda zikredilmeyen şerhin biri Anadolu kürüphanlerinde olmak üzere Türkiye kütüphanelerinde üç nüshası vardır 41.
Mucez'in Şerîf b. Nâsiruddîn el-Huseynî el-Gîlânî (900 civ. yaşadı) tarafından el-Mûzeh fi Şerh el-Mûcez adıyla yapılan şerhinin, Türkiye'de bulunan tek nüshası (472 yaprak), III. Ahmed nr. 2012'da kayıtlıdır. Bu nüsha Zulhicce 919 senesinde Mekke'de istinsah edilmiş ve Yavuz Sultan Selim'e sunulmuştur 42.
Türkiye kütüphanelerinde bulunan diğer bir Mucez şerhi Şihâbuddin Muhammed b. Muhammed el-Îcî el-Bülbülî'nin Şerh el-Mucez adlı eseridir 43. İstanbul kütüphanelerinde iki nüshası bulunmaktadır 44.
Mucez'in bazı kısımları üzerine bağımsız olarak haşiye kaleme alınmıştır. Mesela, Burhânuddin Abdullah b. Muhammed el-İbrî, eserin Mürekkebatbölümüne Havâşin ala el-Edviyye el-Murekkebe min Mûcezel-Kânûnadıyla bir haşiye yazmıştır. İstanbul kütüphanelerinde H. IX. asırda istinsah edilen bir nüshası mevcuttur 45.
İstanbul kütüphanelerinde bir nüshası bulunan son Mucez şerhi, H. XII(M. XVIII. asır gibi geç dönemlerde kaleme alınmış Mutemed el-Mulk Muhammed Hâşim b. Muhammed Hâdî Hakîm Seyyid Alevî Hân'ın (öl. 1160/1747) telif ettiği et-Tuhfet el-Aleviyye ve el-Îdâh el-Alâiyye'dir 46.
c. Mucez el-Kanûn fi et-Tıbb ve Türkçe Tercümeleri
Yukarıda verilen bilgilerden Mucez el-Kanûn'un ve özellikle es-Sedîdî, el-Aksarayî ve el-Kirmânî'nin şerhlerinin Osmanlı tıp eğitimindeki yeri yeterince tebarüz etmiştir. Ancak Mucez'in Osmanlı tıp eğitimindeki ve hatta literatüründeki yeri sadece eserin ve şerhlerinin kullanımı ile sınırlı değildir. Aynı zamanda Mucez iki kez olmak üzere Türkçeye tercüme edilmiştir.
Bu tercümelerden ilki, Edirne II. Bayezid Darüşşifası baştabibi Ahî Çelebi diye tanınan Ahmed [Muhammed] b. Kemâl et-Tabîb (930/1524) tarafından, Hekimbaşı Sinan Efendi zamanında, Tercumet el-Mucez fi et-Tıbb adıyla gerçekleştirilmiş ve Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden Süleyman Paşa'ya takdim edilmiştir 47. Bu tercümenin biri Anadolu'da, ikisi İstanbul kütüphanelerinde olmak üzere üç nüshası mevcuttur ve müshalardan ikisi H. X., biri de H. XII. asırda istinsah edilmiştir 48.
İkinci tercüme Şehzade Mustafa'nın hekimlerinden birinin isteği üzerine Gelibolulu Muslihiddin Mustafa b. Şaban es-Surûrî (öl. 969/1562) 49tarafından Tercumet el-Mucez fi et-Tıbb adıyla yapılmıştır 50. Tercümenin dördü Anadolu'da olmak üzere Türkiye kütüphanelerinde onbeş nüshası vardır. Bu nüshalardan istinsah tarihi tespit edilebilenlerden üçü H. X., üçü H. XI., ikisi H. XII. asırda istinsah edilmişitir 51.
Osmanlı Devleti'nde aynı asır içinde Mucez'in iki tercümesinin yapılması bu esere Osmanlı tıbbınde verilen değeri açıkça göstermektedir.
e. Genel Sonuç
Yukarıda verilen nüshalar, sadece şu anda Türkiye kütüphanelerinde bulunan nüshalardır. Türkiye ve Osmanlı coğrafyasında istinsah edilen, ancak bugün Dünya kütüphanelerinde dağılmış bulunan nüshalar da dikkate alındığında, eserin, Osmanlı tıp eğitimi ve literatüründe ne kadar kullanıldığı ortaya çıkar. Yani, mesela Mısır'da, Suriye'de, Irak'ta ve İran'da, ayrıca Fransa'da, İngiltere'de, Almanya''da ve Amerika'da mevcut, yazma koleksiyonuna sahip kütüphanelerde bulunan ve Osmanlı coğrafyası ve Türkiye içinde istinsah edilen nüshalar da dikkate alındığında Mucez'in ve şerhlerinin Osmanlı tıp eğitimi ve literatürü içindeki kullanım hacmi konusunda ciddi bir fikir edinilebilir.
Neticede; Taşköprîzade'nin de belirttiği gibi, Osmanlı tıp literatürü, eğitimi ve hatta nazarî çerçevesi (paradigma), modernleşme dönemine kadar, büyük oranda İbn Sina'nın el-Kanûn fi et-Tıbb ile İbn Nefîs'in Mucez el-Kanûn fi et-Tıbb'ına dayanmaktadır. Kısaca, Mucez talîmî bir eser olduğundan Osmanlı tıp paradigmasını belirleyen bir eser olarak görülebilir.
1Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, c. II, s. 19-20.
2 Abbed Toderini DeLa Littérature Des Turcs adlı eserinde bu durmu özellikle vurgulamaktadır, c. I, Paris 1789, s. 119-120; İzgi, c. II, s. 29.
3 Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, s. 119-123; C. Ceyhun, "Hekimbaşılar", Ege Ünviversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, IX/3, İzmir 1970, s. 557-9; M.Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I, s. 795-6; İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilatı, Ankara 1988, s. 366-367.
4 Şifahane: şifâiyye, bîmaristan, bimarhane, mâristan, dâru'l-afiye, daru'l-merza, daru'l-raha, daru's-sıhha, daru't-tıb, darü'l-aceze, cüzzamhane, tecridhane, tımarhane, karantinahane ve hastahane gibi adlarla da anılır.
5 Osmanlılardan önce Anadolu üzerinde inşa edilen önemli daruşşifalar şunlardır: Kayseri'de Gevher Nesibe Daruşşifası (H. 602/M. 1205-1206), Sivas'ta I. İzzettin Keykâvus Daruşşifası (H. 614/M. 1217-18), Konya'da I. Alâeddin Keykubâd Hastahanesi (M. 1220-1237), Konya Kemaleddin Karatay Daruşşifası (1255), Divriği'de Mengüciklerden Behramşah'ın kızı Turan Melek'in yaptırdığı Daruşşifa (H. 626/M. 12289, Çankırı'da Atabeg Ferrûh Daruşşifası (H. 633/M. 1235), Amasya Daruşşifası (8) (H. 708/M. 1308), Amasya Torumtay Daruşşifası (H. 665/M. 1266), Tokat'ta Muîneddin Pervane Daruşşifası (H. 674/M. 1275), Kastamonu'da Pervaneoğlu Ali Daruşşifası (H. 671/M. 1272), Akşehir'de hastahane (13. Asır), Erzincan Daruşşifası (inşa tarihi belli değildir), Erzurum Daruşşifası (1147), Amasya'da İlhani hükümdarı Olcaytu (H. 708/M. 1308) tarafından yapılan Daruşşifa, Sökmenler'den Nâsıruddevle tarafından Diyarbakır'ın Meyyafârkîn (Silvan) şehrinde yaptırılan Bîmaristan-i Fârukî, Artuklulardan Necmüddin İlgâzî'nin (1108-1122) kardeşi Emînüddin'in Mardin'de yaptırdığı daruşşifa, isimleri ve bânileri bilinen, bazıları Osmanlılar döneminde de hastahane olarak faaliyet göstermiş olan meşhur hastahanelerdir.
6 İzgi, c.II, 21-22.
7 Aslan Terzioğlu, "Bimaristan", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. VI, , İstanbul 1992, Ayn. mlf. "Ortaçağ İslâm-Türk Hastaneleri ve Avrupa'ya Tesirleri", Belleten, CXXXIV/133, s. 121-149; Asaf Ataseven, "Tarihimize Vakfedilmiş Sağlık Müesseseleri Daruşşifalar", II. Vakıf Haftası 3-9 Aralık 1984 Konuşmalar ve Tebliğler, Ankara 1985, s. 157-162; Müjgan Cunbur, "Kadınların Kurdukları Şifahaneler", Erdem, III/8, Mayıs 1987, s. 342; Gönül Cantay, "Amasya Dâruşşifası", Türkiye Diyanet Vakfı Islam Ansiklopedisi, III, 5-6.
8 İzgi, c. II, s. 24-25.
9 İzgi, c. II, s. 25-28.
10Süleymaniye Vakfiyesi, Yayınlayan: Kemal Edip Kürkçüoğlu, Ankara 1962, s. 32-33; Ömer Barkan, "Süleymaniye Camii ve İmareti Tesislerine Ait Yıllık Bir Muhasebe Bilançosu 993/994 (1585/1586)", Vakıflar Dergisi, c. IX, s. 109-161.
3. Baltacı, Cahit, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 615.
5. Süheyl Ünver, Tıp Tarihi, Tarihten Önceki Zamandan İslâm Tababetine ve İslâm Tababetinden XX. Asra Kadar,I. ve II. Kısımlar, İstanbul 1943, s. 168.
5. Osman Şevki, Beş Buçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, nşr. İ. Uzel, Ankara 1991, s. 114, 118-119; İzgi, c. II, s. 22-24.
11 Hasan Efendi, Ğayet el-Munâ fi Tedbîr el-Marzâ, Hacı Mahmud nr. 6225, yaprak 252a. Buna göre bu medreseden bahseden ilk kaynak Lale Devri'nde (1130-1143/1718-1730) kaleme alınmıştır; İzgi, II, s. 30-31.
12 İzgi, c. II, s. 43-44.
13İzgi, c. II, s. 44-104.
14 Katip Çelebi, Keşf ez-Zunun an Esâmi el-Kutub ve el-Funûn, neşreden: Şerefeddin Yaltkaya ve Kilisli Rıfat Bilde, İstanbul 1931, s. 1899-1900; GAL, c. I, s. 457-458, SI, s. 825-826.
15 Hayruddin ez-Ziriklî, el-Alâm, IV, 270-271; Ömer Rıda Kehhâle, Mucem el-Müellifîn, VII, 58; Eİ, III, 921-922; GAL, I, 457-458, SI, 899-900.
16Fihris Mahtûtât et-Tıbb el-İslâmî, s. 95-98.
17Fihris, 96.
18 Taşkörîzade, c. I, Beyrut 1985, s. 305-306.
19 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 8228.
20 S. Ünver, "Süleymaniye Külliyesi", Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 201-208; İzgi, c. II, s. 23.
21 İ.Ü, Ktp, TY, nr. 1166, yaprak 310.
22 el-Muhibbî, c. IV, s. 168, İzgi, c. II, s. 48-49.
23 İ.Ü.Ktp. TY, nr. 1166, yap. 310.
24 İzgi, c. II, s. 53.
25 İzgi, c. II, s. 54.
26Mucem el-Muellifîn, c. IX, s. 207.
27KZ, S. 1899-1900; GAL, SI, 825.
28Fihris, s. 99-100.
29 İzgi, c. II, s. 54.
30Mucem el-Muellifîn, c. XI, s. 192, 273; Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 266.
31KZ, s. 1900; GAL, c. I, s. 457, SI, s. 825; Fihris, s. 101-102.
32 İzgi, c. II, s. 55.
33Mucem el-Muellifîn, c. XIII, s. 114; GAL, c. I, s. 457, SI, s. 825.
34KZ, s. 1900; GAL, c. I, s. 457, SI, s. 825, Fihris, s. 102-103.
35Taşköprîzade, eş-Şekaik en-Numaniyye, s. 360; Atayî, s. 81; KZ, s. 1900.
36 el-Muhibbî, c. II, s. 458.
37el-Alam, c. VII, s. 163; Mucem el-Muellifîn, c. XII, s. 145; GAL, c. II, s. 82, SII, s. 93.
38KZ, s. 1900; GAL, SI, s. 825.
39Fihris, s. 103-104.
40Mucem el-Muellifîn, c. XI, s. 170.
41Fihris, s. 104.
42Fihris, s. 104.
43KZ, s. 1900.
44Fihris, s. 104.
45Fihris, s. 105.
46GAL, SI, s. 825-826; Fihris, s. 105.
47KZ, s. 1900.
48Fihris, s. 106.
49Osmanlı Müellifleri, c. II, s. 225-226; İA, c. XI, s. 249-250.
50KZ, s. 1900.
51Fihris, s. 105-106.
ve İbn Nefîs'in Eserlerinin Bu Eğitimdeki Yeri -Bir Yol Haritası-"
Şurada sunulmuştur:
"Te'sîr Muellefât İbn en-Nefîs fî et-Ta'lîm et-Tıbbî fî ed-Devlet el-Usmâniyye" [İbn Nefîs'in Eserlerinin Osmanlı Tıp Eğitimine Etkisi], II. Uluslararası Kültür Sempozyumu: Tabîb, Fakîh ve Filozof İbn en-Nefîs], Kuveyt 8-10 Kasım 1997.
İbn Nefîs'in Eserlerinin Bu Eğitimdeki Yeri
-Bir Yol Haritası-
A. Osmanlı Devleti'nde Tıbbî Düzen
Osmanlı Devleti tarihin zaman ve mekan boyutlarında görülen en büyük devletlerden biri olduğundan her sahada güçlü bir teşkilat kurmuş ve bu teşkilatı siyasî, iktisadî ve ictimai şartları çerçevesinde iyi bir şekilde işletmiştir.
Osmanlılarda tıp eğitimi, medrese eğitim sisteminde mevcut olan tertip derslerinin tamamlanmasından sonra başladığından, tıp tahsil etmek isteyen öğrenci öncelikle ibtiday-ı hâriç ve dahil medreselerinde okur, daha sonra, tıb öğrenmeye başlardı. Bu tarz bir tıb eğitimi, sadece Osmanlı eğitim sisteminden kaynaklanmamakta, ayrıca klasik tıb eğitiminde tıb tahsil eden bir kişinin tıp eğitiminden önce öncelikle mantık, ilm el-ahlak ile aritmetik, geometri, müzik ve astronomi gibi ilimleri mutlaka tedris etmesi gerektiği konusundaki kabule dayanmaktadır 1. Tıp eğitimini tamamlayan bir kişi, medrese tahsili de gördüğünden, devletin siyasî mevkilerine, şeyhülislamlığa, hatta sadaret makamına kadar yükselebilmektedir. Ancak tıb eğitimi alan kişi esas itibariyle hekimbaşı olarak sarayda veyahut darüşşifalar gibi diğer tıb müesseselerinde vazife alabilimekteydi. Neticede Osmanlılarda tıb eğitimi medreselerde değil, darüşşifalarda ve bağımsız tıp medreselerinde verilmekteydi; bu sistemi düzenleyen ve yürüten de hekimbaşılık müessesesiydi.
a. Hekimbaşılık Müessesesi
Daha önce tarihte vücud bulmuş İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da, devletin bütün sağlık işlerini yürüten bir hekimbaşılık müesesesi bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti'nde bu müessese, -Orhan Gazi'den Sultan II. Bayezid'e kadar sultanların nezdinde devletin sağlık işlerini yürüten saray hekimleri bulunurken-, Sultan II. Bayezid döneminde ülkenin sağlık hizmetlerinin idaresini üstlenmesi için ihdas edilmiştir. Sarayın bîrun ricalinden olup sadarete bağlı olan hekimbaşılar, 1836 yılına kadar, ilmiyye sınıfından çok iyi yetişmiş, tıp ilmine vakıf ve ehliyetli kişiler arasından seçilirlerdi. Sarayın içinde ve dışında çeşitli görevleri olan hekimbaşı, padişah ve hanedan üyelerinin sağlığıyla ilgilenmenin yanısıra, Saraydaki eczahaneleri ve beş hastahaneyi idare ederdi. Yirmibir kişiden oluşan etibba-i hassa, cerrahîn-i hâssa, kehhalîn-i hassa ve münecimlerin de başı olan hekimbaşı bu kişilerin seçimini yapar ve onları denetler, tayin ve azlederlerdi. Saray dışında devletin her yerindeki sağlık işlerini de hekimbaşı yürütürdü. Osmanlı Devleti sınırları içindeki bütün sağlık müesseseleri hekimbaşıya bağlı olduğundan, hastahanelerde, darüşşifâlarda ve bimarhânelerde görevli tabiblerin, cerrahların, kehhallerin ve eczacıların tayini, ordu tabiblerinin belirlenmesi hekimbaşı tarafından yapılırdı. Ayrıca tabiblerin ve cerrahların, özellikle İstanbul'da, özel muayenehane açmaları hekimbaşının iznine bağlıydı. Hekimbaşı saray içindeki ve dışındaki tıp eğitim ve öğretimi ile de doğrudan ilgiliydi. Hekimbaşı ayrıca İstanbul'daki müslim ve gayr-i müslim tabib, cerrah, kehhal ve attarları, cerrahbaşı ve kehhalbaşı ile birlikte teftiş ve imtihan eder, icazeti olmayan, ehliyetsiz ve yetersiz olanların dükkanlarını kapattırır ve meslekten men ederdi. Ehil olanlara da hekimbaşının mührünü taşıyan bir çalışma izin belgesi verirdi 2.
1837'de Bab-ı Seraskeri Harbiye Nezareti'nde sıhhiye dairesinin kurulmasıyla hekimbaşının yetkileri kısıtlandı. 1850'de tıbbiye nezaretinin ihdası ve hekimbaşının sağlık teşkilatı üzerindeki yetkilerinin kaldırılması üzerine hekimbaşılık, 1923'de saltanatın kaldırılmasına kadar, saray doktorluğuna inhisar kılındı. Şimdiye kadar elde edilen bilgilere göre 44 hekim hekimbaşılık görevini yürütmüş, bunların bazıları iki veya üç kere hekimbaşı olmuştur 3.
b. Şifahaneler
Genel anlamda hastahane olan daruşşifalar, bir vakıf müessesesi olarak, İslâm dünyasında, halkın sağlığı ile ilgilenen ve bunun yanında hoca-talebe ilişkisi içinde tıp eğitimi veren müesseselerdir 4. Osmanlılar, tıbbî müesseselere daruşşifa, akıl hastalarının tedavi edildikleri yerlere ise bimarhane adını vermişlerdir. Osmanlılar, Selçuklu kültürünün tesiriyle, Bursa'dan başlıyarak devletin birçok bölgesinde daruşşifalar tesis etmişlerdir. Hastalıkların tedavisi maksadıyla inşa olunan daruşşifalarda İslâm geleneğinin devamı olarak, usta-çırak ilişkisi içerisinde tıp eğitimi de verilmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi, Osmanlılarda bütün hastahanelerin idaresi, sarayın ve devletin sağlık işlerine bakan hekimbaşı tarafından yürütülür; resmî tabiblerin isimlerini ve durumlarını belirten bir defter tutan hekimbaşılar herhangi bir yerde bir tabib ihtiyacı olursa, kıdemli ve ehil olanı arz yoluyla tayin ederlerdi.
Osmanlı devletinden önce Anadolu'da inşa edilen ve ayakta kalabilen hastahaneler Osmanlılar tarafından vakfiyeleriyle birlikte amacına uygun olarak kullanılmış ve korunmuşlardır. Selçuklular ile Beylikler döneminde birçok yerleşim alanında Dârüşşifa, Dârulâfiye, Dârussıhha veya Bîmaristan adıyla hastahaneler yapılmış; özellikle Kayseri'de Gevher Nesibe Daruşşifası (H. 602/M. 1205-1206) ile Sivas'ta I. İzzettin Keykâvus Daruşşifası'nın (H. 614/M. 1217-18) yanında Şifâhânelerle bağlantılı olarak birer tıp medresesi inşa edilmiş ve bu durum bir çok önemli hekimin yetişmesini sağlamıştır 5.
Osmanlı Devleti'nde ilk daruşşifa 15 Ramazan 802/12 Mayıs 1400 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Bursa'da inşa edilmiş; ikinci daruşşifa Fatih Sultan Mehmed tarafından (H. 875/M. 1470) İstanbul'da kurulmuştur. 1824 yılına kadar faal olan Fatih Daruşşifası'nda akıl hastalarının tedavisinde musikî yönteminin tatbik olunduğu bilinmektedir.
Sultan II. Bâyezid tarafından Edirne'de H. 895/M. 1488'de yapılan ve XX. yüzyıla kadar faal olan mimarî âbide mahiyetindeki Bayezid daruşşifası, göz hastalıkları ve musikîyle akıl hastalıkları tedavisinde önemli bir yer tutmaktaydı. Ayrıca Daruşşifa'nın avlusuna bir geçitle bağlı bulunan Medrese-i Etibbâ'da, müstakil tıp eğitiminin verildiği bilinmektedir 6.
Kanunî Sultan Süleyman'ın validesi, Yavuz Sultan Selim'in eşi Ayşe Hafsa Sultan tarafından Manisa'da inşa edilen (1522) bimaristan, küçük bir hastahane olmasına rağmen XIX. asır sonuna kadar akıl hastalarının mûsikîyle tedavisinde önemli bir yer işğal etmiştir. Süleymaniye Külliyesinin batı köşesinde yer alan ve 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa edilen Süleymaniye Daruşşifası, Osmanlı devletinde, tertip sırası olan bütün hastahanelerin en yüksek mevkiindeydi. Aşağıda ele alınacak olan Süleymaniye Tıp medresesinde okuyan talebeler uygulamalı derslerini ve stajlarının burada yapmaktaydılar. Kanunî Sultan Süleyman'ın eşi Haseki Hürrem Sultan tarafından, İstanbul'da 1550 yılında, tam teşekküllü bir hastahane olarak inşa edilmiş olan Haseki Daruşşifası, bugün bile Haseki Hastahanesi adıyla faaliyetlerine devam etmektedir.
Sultan III. Murad'ın validesi, Sultan II. Selim'in eşi Nûr Bânu Sultan (ö. 1583) tarafından, 991/1583'te, Üsküdar'da, her türlü hastanın tedavi edildiği bir hastahane olarak Mimar Sinan'a inşa ettirilen Valide-i Atîk Daruşşifası ile 1617 yılnda inşa edilen Sultan Ahmed Daruşşifası, Osmanlı Devleti'nde tesis edilen diğer önemli daruşşifalardır 7.
c. Süleymaniye Tıp Medresesi
Osmanlı Devleti, kuruluşunun ilk dönemlerinde, diğer ilmî sahalarda olduğu gibi, tıb sahasında da tabib yetiştirecek bir müesseseye sahip olmadığından kendisinden önceki İslam medeniyetinin yayıldığı coğrafî sahadaki mevcut birikimden beslenmiştir. Daruşşifalarda başlayan Osmanlı tıp eğitimi 8, Edirne Daruşşifası ile müstakil bir karakter kazanmış, ancak tam bağımsızlığını Süleymaniye Dâruttıbbının kurulmasıyla elde etmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan, Süleymaniye külliyesinin (H. 963/M. 1555) bir bölümünü oluşturan ve vakfiyesince "İlm-i tıbb için binâ olunan medrese-i tayyibe" olarak tarif edilen dâruttıb, bir külliye dahilinde düzenli olarak eğitim vermiştir. Mütehassıs hekim yetiştirmek maksadıyla kurulmuş olan Süleymaniye Tıp Medresesi, Osmanlı tıp eğitimi sahasında tıbbî ihtisaslaşma açısından çok önemli bir merhaleyi teşkil etmektedir; çünkü yukarıda da belirtildiği üzere daha önce daruşşifalarda yapılan tıb öğretimi, bu medrese ile müstakil bir hüviyete kavuşmuştur. Zira Süleymaniye külliyesinde tıp eğitimi, teorik kısmı medresede, pratik kısmı ise daruşşifada olmak üzere birlikte yürütülmüştür. Anatomi eğitiminin de yapıldığı bu tıp medresesinde, İbn-i Sîna'nın Kanûn'u ile İbn Nefîs'in Mucez el-Kanûn'u başta olmak üzere Osmanlı öncesinde telif edilen temel tıp eserleri ile Osmanlı döneminde telif edilen temel tıp kitaplarının okutulduğu tahmin edilmektedir. Süleymaniye dâruttıbbı muhtemelen XIX. asrın ortalarına kadar, yani tıbbiyenin açılışından bir müddet sonraya kadar talebe yetiştirmeye devam etmiştir.
Osmanlılarda tıp eğitimi, medrese eğitim sisteminde mevcut olan tertip derslerinin tamamlanmasından sonra başladığından, Süleymaniye tıp medresesinde okumak isteyen bir öğrenci önce ibtiday-ı hâriç ve dahil medreselerinde okur, daha sonra, tıb öğrenmek üzere Süleymaniye tetimmelerine gelirdi 9. Süleymaniye Tıp Medresesi'nden mezun olan tabiblerin, medrese tahsili de gördüklerinden, devletin siyasî mevkilerine, şeyhülislamlığa, hatta sadaret makamına kadar yükseldikleri bilinmektedir. Süleymaniye dâruttıbbından yetişen veya orada müderrislik yapan kimseler ayrıca hekimbaşı olarak sarayda veyahut diğer tıb müesseselerinde de vazife alabiliyorlardı 10.
Osmanlılar'da bunun yanında Tabib-i Hassa Dahil Medresesi adıyla Saray'da bir hassa tabibliği medresesi olduğu bilinmektedir 11. Ayrıca II. Meşrutiyet'ten sonra kurulan Darulhilafetilaliyye medreselerinin müfredat programlarında da tıp dersleri yer almaktadır 12.
B. İbn Nefis'in Eserlerinin Osmanlı Tıp Eğitimi ve Literatüründeki Yeri
Yukarıda genel hatlarıyla ele alınan Osmanlı tıp müesseselerinde tıb eğitiminin verildiği Süleymaniye Tıp Medresesi ile Daruşşifalar'da, Hipokrates, Calinus, Ebu Bekir er-Razi (öl. 313/925), Ebu el-Kasım ez-Zehrâvî (öl. 427/1036) İbn Sina (öl. 428/1037), İbn Baytar (öl. 646/1248), Hacı Paşa (öl. 816/1413) ve Davud el-Antâkî (1008/1599) gibi Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemi tıp alimlerinin eserleri tedris edilmekteydi 13. Ancak Osmanlı tıp eğitimi denilince akla gelen en önemli talîmî kitaplar hiç şüphesiz İbn Sina'nın el-Kanun fi et-Tıbb'ı ile onun muhtasarı olan İbn Nefis'in Mucez el-Kânûn fi et-Tıbb'ıdır 14.
a. Mucez el-Kanûn fi et-Tıbb
İbn en-Nefîs, Alâuddîn Ebu el-Hasan Ali b. Ebî el-Hazm el-Karşî (öl. 687/1288) 15 tarafından, el-Kanun'dan ihtisar edilerek telif edilen Mucez el-Kânûn dört fen üzerine tertip edilmiştir. Birinci fende nazarî ve amelî tıp kaideleri, ikinci fende müfred ve mürekkep ilaç ve gıdalar, üçüncü fende bir organla ilgili hastalıklar, dördüncü fende birden fazla organla ilgili hastalıklar ele alınmaktadır.
Mucez'in Türkiye kütüphanelerinde elliüç nüshası mevcuttur 16. Bu nüshalardan dokuz tanesi H. VIII., beş tanesi H. IX., yedi tanesi H. X., dört tanesi H. XI., dört tanesi H. XII. yüzyılda istinsah edilmiştir. Diğer nüshaların istinsah tarihleri belli olmamakla beraber üzerlerindeki kayıtlar Osmanlı döneminde kullanıldıklarına delalet etmektedir. Bu nüshalardan dokuzu Anadolu kütüphanelerinde geri kalan kırküç nüsha İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu durum da, İstanbul'un başkent olması yanında, Süleymaniye Tıb medresesi ile İstanbulda bulunan Darü'şşifalar'daki tıb eğitiminin yoğunluğundan kaynaklanmaktadır.
Bu nüshalardan Bursa İl Halk Kütüphanesi, Ulu Camii, nr. 1775'da kayıtlı bulunan nüsha (201 yaprak), Muhammed b. Muhammed el-Huseynî el-Erzincânî tarafından Safer ayı 772/1370'de Bursa'da istinsah edilmiştir Bu durum Mucez'in Osmanlı Devleti'nin daha ilk asrında tıp eğitiminde yerini almaya başladığını göstermektedir 17.
Nitekim, Taşköprîzâde Ahmed b. Mustafa, Miftah es-Saâde ve Misbâh es-Siyâde fi Mevdûât el-Ulûm adlı eserinde tıb ilminde muhtasar kitapların başında Mucez'i, mebsut kitaplar olarak da el-Aksarayî, es-Sedîdî ve en-Nefîsî'nin Mucez şerhlerini vermekte; müelliften de İbn Sina'dan sonra İslam dünyasında yaşamış en büyük tabib olarak bahsetmektedir. Taşköprîzade'nin bu ifadeleri, Osmanlı alimlerinin İbn Nefîs'e ve eseri Mucez'e nasıl baktıklarını göstermesi açısından son derece mühimdir 18.
Mucez'in Osmanlı tıp dünyası içindeki yerini, Osmanlı hekimlerinin ellerinde mütedavil olan eserler hakkında tam bir kanaat veren, 983/1575'de İç Hazine'den talim için Hekimbaşı Molla Kasım'a, ondan sonra da 988/1580'de Hekimbaşı İsa Çelebi'ye verilen 66 ciltlik tıp kitapları listesi iyi bir şekilde göstermektedir 19. Bu listede onuncu, onüçüncü, ondokuzuncu, elliüçüncü ve ellibeşinci kitaplar Mucez'in nüshalarıdır.
Mucez'in Osmanlı tıbb eğitimindeki yeri sürekli olmuştur. Mesela, H. XII/M. XVIII. asırda Ayaşlı Şaban Şifaî b. Ahmed (öl. 1116/1705) Süleymaniye Tıp medresesindeki müderrisliği esnasında Mucez'i öğrencilerine okutmuştur 20. Benzer şekilde Müminzade Ahmed Hasib el-Üsküdarî (öl. 1166/,1752-53) Silku'l-Leâl adlı manzum Türkçe tarih eserinde, dönemindeki bir Osmanlı Paşasını (Süleyman Paşa) tedavi eden tabiblerin kullandıkları kitaplar hakkında bilgi verirken Mucez'i ilk üç eser arasında saymaktadır 21.
Müftü Muhammed b. Hasancan, Beyzâde'nin Ravzat el-Esihhâ'sına yazdığı takrizde tıp kitabı okumanın alimler arasında yaygın olduğunu belirtmekte, en çok mutalaa edilen eserlerin de el-Kanun ve Mucez el-Kanun ile Mucez'in, Sediduddin el-Kazeruni ile Nefis b. İvaz el-Kirmâni şerhi olduğunu kaydetmektedir 22.
Mucez, Osmanlılar döneminde telif edilen tıp kitaplarına kaynaklık da etmiştir. Mesela, Musa Câlînûs b. Yehûda et-Tabib el-İsrâîlî (X./XVI. asrın ilk yarısı) Ahi Çelebi'nin (Hekimbaşı Ahmed b. Kemal et-Tebrizi -öl. 930/1523-24) isteği üzerine kaleme aldığı Risale fi Tabâyi'i el-Edviye ve İstimaliha adlı Türkçe eserinde faydalandığı eserleri zikrederken Sahib-i Mucez diyerek İbn Nefis'in eserinden iki defa alıntı yapmaktadır 23.
Mucez'in Bursa Ulu Camii nr. 2598'de bulunan nüshasının Şeyh el-Hacc Osman Efendi b. Mustafa tarafından Münzevi merhum Şeyh es-Seyyid Abdullah Nasiruddin tekkesine vakfedilmiş olması, eserin, aynı zamanda tekke ve zaviyelerde de kullanıldığını göstermektedir 24.
Bunların yanında Osmanlı Yazma Kütüphaneleri'nde bulunan Muceznüshalarının üzerlerinde mevcut olan kayıtlar, Mucez'in ne kadar yaygın kullanıldığına delalet eder. Mesela, Feridun Uzluk Ktp. nr. 6965'te kayıtlı Mucez nüshasında Hassa tabibleri müderrislerinden Mehmed Said ile Reisületibba es-Seyyid Mustafa Mesud'a (1224) ait temellük kayıtları bunu göstermektedir 25.
b. Mucez el-Kanun fi et-Tıbb'ın Şerhleri
Osmanlı tıp eğitiminde sadece Mucez'in değil, Mucez üzerine yazılmış şerhlerin de kullanıldığı görülmektedir.
Sedîduddîn el-Kâzerûnî es-Sedîdî'nin (öl. 745/1344'den sonra) 26 telif ettiği el-Muğnî fi Şerh el-Mucez'in 27 Türkiye kütüphanelerinde yirmiyedi nüshası vardır 28. Bu nüshalardan istinsah tarihi tespit edilenlerden dört tanesi H. VIII., yedi tanesi H. IX., yedi tanesi H. X., biri H. XI. asırda istinsah edilmiştir. Eserin yirmiyedi nüshasından beşi Anadolu kütüphanelerinde diğerleri ise İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. el-Muğnî, yukarıda, Mucez'den bahsederken zikrettiğimiz Hekimbaşıya verilen listede elliikinci sırada yer almaktadır 29. Eser Taşköprîzade tarafından da zikredilmektedir.
Mucez'in Osmanlı tıp eğitiminde kullanılan bir diğer şerhi Cemaluddin Muhammed b. Muhammed el-Aksarâyî (öl. 779/1378 veya 791/1389) 30tarafından Hall el-Mucez adıyla yapılmış şerhidir 31. Türkiye kütüphanelerinde yirmiüç nüshası olan eserin, istinsah tarihi belirlenen nüshalarından onüç tanesi H. IX., üç tanesi H. X., bir tanesi H. XI. asırda istinsah edilmiştir. Eserin yirmiüç nüshasından yedisi Anadolu kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu nüshalardan Köprülü nr. 971'da kayıtlı olan nüsha (281 yaprak) mukabele edilmiştir. Eserin Hüseyin Çelebi, nr. 831'da kayıtlı bir nüshası Veziriazam Köprülü Ahmed Paşa'nın Bursa'da yaptırdığı medreseye vakfedilmiş; Feridun Nafiz Uzluk nr. 6813'te kayıtlı bulunan nüsha ise, Osmanlı matematikçisi Mustafa Sıdkı ve öğrencisi Şekerzâde Feyzullah Sermed tarafından H. 1200 yılında mutalaa edilmiş ve fihristi hazırlanmıştır 32. Eser ayrıca Taşköprîzade tarafından da zikredilmektedir.
Osmanlı tıp eğitiminde kullanılan bir diğer Mucez şerhi Nefîs b. Ivaz el-Kirmânî'nin (öl. 853/1449) 33Şerh el-Mucez fi et-Tıbb'ıdır 34. Taşköprîzade ismini zikrettiği şerhin Türkiye kütüphanelerinde yirmi nüshası vardır. İstinsah tarihi tespit edilen nüshalardan bir tanesi H. IX., sekiz tanesi H. X., üç tenasi H. XI.; iki tanesi H. XII. asırda istinsah edilmiştir. Bağdalı Vehbi, nr. 1443'da kayıtlı nüshanın (46 yaprak) eserin sadece Müfredat kısmını ihtiva etmesi bazı kısımlarının özellikle kullanıldığını ve bağımsız bir risale gibi istinsah edildiğini gösterir. Yirmi nüshadan biri Anadolu'da geri kalan nüshalar İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. Eserin Nuruosmaniye nr. 3537'da kayıtlı bulunan nüsha (342 yaprak) Cafer el-Müderris tarafından 960 Ayasuluğ'da istinsah edilmiştir. Sultan II. Selim devri alimlerinden Garsuddin Ahmed b. İbrahim el-Halebî (öl. 971/1563-64) bu esere bir haşiye yazmıştır 35. Muhyiddin Abdülkadir b. Muhammed b. Yahya el-Hüseynî et-Taberî el-Mekkî eş-Şafiî (öl. 1033/1624) bu şerhin külliyat bölümünden bir kısmını Yusuf el-Gîlânî'den okumuştur 36. Bu bilgiler Mucez'in Kirmânî şerhinin yaygın olarak kullanıldığına delalet eder.
Osmanlı tıp eğitiminde kullanılan diğer bir Mucez şerhi Muzafuriddin Ebu es-Senâ Mahmud b. Ahmed b. Hasan el-Aynî (Ayntâbî) el-Emşâtî'nin (öl. 902/1496) 37 telif ettiği el-Muncez fi Şerh el-Mucez'dir 38. Hepsi İstanbul'da olmak üzere Türkiye kütüphanelerinde dört nüshası bulunan eserin, nüshaları H. IX., X., XI. ve XII. asırda istinsah edilmiştir 39.
Mucez'in diğer bir şerhi Şemsuddin Muhammed b. Mubarekşah el-Kazvînî'nin (öl. 928/1522) 40 telif ettiği Şerh el-Mucez fi et-Tıbb'dır. Kaynaklarda zikredilmeyen şerhin biri Anadolu kürüphanlerinde olmak üzere Türkiye kütüphanelerinde üç nüshası vardır 41.
Mucez'in Şerîf b. Nâsiruddîn el-Huseynî el-Gîlânî (900 civ. yaşadı) tarafından el-Mûzeh fi Şerh el-Mûcez adıyla yapılan şerhinin, Türkiye'de bulunan tek nüshası (472 yaprak), III. Ahmed nr. 2012'da kayıtlıdır. Bu nüsha Zulhicce 919 senesinde Mekke'de istinsah edilmiş ve Yavuz Sultan Selim'e sunulmuştur 42.
Türkiye kütüphanelerinde bulunan diğer bir Mucez şerhi Şihâbuddin Muhammed b. Muhammed el-Îcî el-Bülbülî'nin Şerh el-Mucez adlı eseridir 43. İstanbul kütüphanelerinde iki nüshası bulunmaktadır 44.
Mucez'in bazı kısımları üzerine bağımsız olarak haşiye kaleme alınmıştır. Mesela, Burhânuddin Abdullah b. Muhammed el-İbrî, eserin Mürekkebatbölümüne Havâşin ala el-Edviyye el-Murekkebe min Mûcezel-Kânûnadıyla bir haşiye yazmıştır. İstanbul kütüphanelerinde H. IX. asırda istinsah edilen bir nüshası mevcuttur 45.
İstanbul kütüphanelerinde bir nüshası bulunan son Mucez şerhi, H. XII(M. XVIII. asır gibi geç dönemlerde kaleme alınmış Mutemed el-Mulk Muhammed Hâşim b. Muhammed Hâdî Hakîm Seyyid Alevî Hân'ın (öl. 1160/1747) telif ettiği et-Tuhfet el-Aleviyye ve el-Îdâh el-Alâiyye'dir 46.
c. Mucez el-Kanûn fi et-Tıbb ve Türkçe Tercümeleri
Yukarıda verilen bilgilerden Mucez el-Kanûn'un ve özellikle es-Sedîdî, el-Aksarayî ve el-Kirmânî'nin şerhlerinin Osmanlı tıp eğitimindeki yeri yeterince tebarüz etmiştir. Ancak Mucez'in Osmanlı tıp eğitimindeki ve hatta literatüründeki yeri sadece eserin ve şerhlerinin kullanımı ile sınırlı değildir. Aynı zamanda Mucez iki kez olmak üzere Türkçeye tercüme edilmiştir.
Bu tercümelerden ilki, Edirne II. Bayezid Darüşşifası baştabibi Ahî Çelebi diye tanınan Ahmed [Muhammed] b. Kemâl et-Tabîb (930/1524) tarafından, Hekimbaşı Sinan Efendi zamanında, Tercumet el-Mucez fi et-Tıbb adıyla gerçekleştirilmiş ve Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden Süleyman Paşa'ya takdim edilmiştir 47. Bu tercümenin biri Anadolu'da, ikisi İstanbul kütüphanelerinde olmak üzere üç nüshası mevcuttur ve müshalardan ikisi H. X., biri de H. XII. asırda istinsah edilmiştir 48.
İkinci tercüme Şehzade Mustafa'nın hekimlerinden birinin isteği üzerine Gelibolulu Muslihiddin Mustafa b. Şaban es-Surûrî (öl. 969/1562) 49tarafından Tercumet el-Mucez fi et-Tıbb adıyla yapılmıştır 50. Tercümenin dördü Anadolu'da olmak üzere Türkiye kütüphanelerinde onbeş nüshası vardır. Bu nüshalardan istinsah tarihi tespit edilebilenlerden üçü H. X., üçü H. XI., ikisi H. XII. asırda istinsah edilmişitir 51.
Osmanlı Devleti'nde aynı asır içinde Mucez'in iki tercümesinin yapılması bu esere Osmanlı tıbbınde verilen değeri açıkça göstermektedir.
e. Genel Sonuç
Yukarıda verilen nüshalar, sadece şu anda Türkiye kütüphanelerinde bulunan nüshalardır. Türkiye ve Osmanlı coğrafyasında istinsah edilen, ancak bugün Dünya kütüphanelerinde dağılmış bulunan nüshalar da dikkate alındığında, eserin, Osmanlı tıp eğitimi ve literatüründe ne kadar kullanıldığı ortaya çıkar. Yani, mesela Mısır'da, Suriye'de, Irak'ta ve İran'da, ayrıca Fransa'da, İngiltere'de, Almanya''da ve Amerika'da mevcut, yazma koleksiyonuna sahip kütüphanelerde bulunan ve Osmanlı coğrafyası ve Türkiye içinde istinsah edilen nüshalar da dikkate alındığında Mucez'in ve şerhlerinin Osmanlı tıp eğitimi ve literatürü içindeki kullanım hacmi konusunda ciddi bir fikir edinilebilir.
Neticede; Taşköprîzade'nin de belirttiği gibi, Osmanlı tıp literatürü, eğitimi ve hatta nazarî çerçevesi (paradigma), modernleşme dönemine kadar, büyük oranda İbn Sina'nın el-Kanûn fi et-Tıbb ile İbn Nefîs'in Mucez el-Kanûn fi et-Tıbb'ına dayanmaktadır. Kısaca, Mucez talîmî bir eser olduğundan Osmanlı tıp paradigmasını belirleyen bir eser olarak görülebilir.
1Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, c. II, s. 19-20.
2 Abbed Toderini DeLa Littérature Des Turcs adlı eserinde bu durmu özellikle vurgulamaktadır, c. I, Paris 1789, s. 119-120; İzgi, c. II, s. 29.
3 Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, s. 119-123; C. Ceyhun, "Hekimbaşılar", Ege Ünviversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, IX/3, İzmir 1970, s. 557-9; M.Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I, s. 795-6; İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilatı, Ankara 1988, s. 366-367.
4 Şifahane: şifâiyye, bîmaristan, bimarhane, mâristan, dâru'l-afiye, daru'l-merza, daru'l-raha, daru's-sıhha, daru't-tıb, darü'l-aceze, cüzzamhane, tecridhane, tımarhane, karantinahane ve hastahane gibi adlarla da anılır.
5 Osmanlılardan önce Anadolu üzerinde inşa edilen önemli daruşşifalar şunlardır: Kayseri'de Gevher Nesibe Daruşşifası (H. 602/M. 1205-1206), Sivas'ta I. İzzettin Keykâvus Daruşşifası (H. 614/M. 1217-18), Konya'da I. Alâeddin Keykubâd Hastahanesi (M. 1220-1237), Konya Kemaleddin Karatay Daruşşifası (1255), Divriği'de Mengüciklerden Behramşah'ın kızı Turan Melek'in yaptırdığı Daruşşifa (H. 626/M. 12289, Çankırı'da Atabeg Ferrûh Daruşşifası (H. 633/M. 1235), Amasya Daruşşifası (8) (H. 708/M. 1308), Amasya Torumtay Daruşşifası (H. 665/M. 1266), Tokat'ta Muîneddin Pervane Daruşşifası (H. 674/M. 1275), Kastamonu'da Pervaneoğlu Ali Daruşşifası (H. 671/M. 1272), Akşehir'de hastahane (13. Asır), Erzincan Daruşşifası (inşa tarihi belli değildir), Erzurum Daruşşifası (1147), Amasya'da İlhani hükümdarı Olcaytu (H. 708/M. 1308) tarafından yapılan Daruşşifa, Sökmenler'den Nâsıruddevle tarafından Diyarbakır'ın Meyyafârkîn (Silvan) şehrinde yaptırılan Bîmaristan-i Fârukî, Artuklulardan Necmüddin İlgâzî'nin (1108-1122) kardeşi Emînüddin'in Mardin'de yaptırdığı daruşşifa, isimleri ve bânileri bilinen, bazıları Osmanlılar döneminde de hastahane olarak faaliyet göstermiş olan meşhur hastahanelerdir.
6 İzgi, c.II, 21-22.
7 Aslan Terzioğlu, "Bimaristan", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. VI, , İstanbul 1992, Ayn. mlf. "Ortaçağ İslâm-Türk Hastaneleri ve Avrupa'ya Tesirleri", Belleten, CXXXIV/133, s. 121-149; Asaf Ataseven, "Tarihimize Vakfedilmiş Sağlık Müesseseleri Daruşşifalar", II. Vakıf Haftası 3-9 Aralık 1984 Konuşmalar ve Tebliğler, Ankara 1985, s. 157-162; Müjgan Cunbur, "Kadınların Kurdukları Şifahaneler", Erdem, III/8, Mayıs 1987, s. 342; Gönül Cantay, "Amasya Dâruşşifası", Türkiye Diyanet Vakfı Islam Ansiklopedisi, III, 5-6.
8 İzgi, c. II, s. 24-25.
9 İzgi, c. II, s. 25-28.
10Süleymaniye Vakfiyesi, Yayınlayan: Kemal Edip Kürkçüoğlu, Ankara 1962, s. 32-33; Ömer Barkan, "Süleymaniye Camii ve İmareti Tesislerine Ait Yıllık Bir Muhasebe Bilançosu 993/994 (1585/1586)", Vakıflar Dergisi, c. IX, s. 109-161.
3. Baltacı, Cahit, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 615.
5. Süheyl Ünver, Tıp Tarihi, Tarihten Önceki Zamandan İslâm Tababetine ve İslâm Tababetinden XX. Asra Kadar,I. ve II. Kısımlar, İstanbul 1943, s. 168.
5. Osman Şevki, Beş Buçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, nşr. İ. Uzel, Ankara 1991, s. 114, 118-119; İzgi, c. II, s. 22-24.
11 Hasan Efendi, Ğayet el-Munâ fi Tedbîr el-Marzâ, Hacı Mahmud nr. 6225, yaprak 252a. Buna göre bu medreseden bahseden ilk kaynak Lale Devri'nde (1130-1143/1718-1730) kaleme alınmıştır; İzgi, II, s. 30-31.
12 İzgi, c. II, s. 43-44.
13İzgi, c. II, s. 44-104.
14 Katip Çelebi, Keşf ez-Zunun an Esâmi el-Kutub ve el-Funûn, neşreden: Şerefeddin Yaltkaya ve Kilisli Rıfat Bilde, İstanbul 1931, s. 1899-1900; GAL, c. I, s. 457-458, SI, s. 825-826.
15 Hayruddin ez-Ziriklî, el-Alâm, IV, 270-271; Ömer Rıda Kehhâle, Mucem el-Müellifîn, VII, 58; Eİ, III, 921-922; GAL, I, 457-458, SI, 899-900.
16Fihris Mahtûtât et-Tıbb el-İslâmî, s. 95-98.
17Fihris, 96.
18 Taşkörîzade, c. I, Beyrut 1985, s. 305-306.
19 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 8228.
20 S. Ünver, "Süleymaniye Külliyesi", Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 201-208; İzgi, c. II, s. 23.
21 İ.Ü, Ktp, TY, nr. 1166, yaprak 310.
22 el-Muhibbî, c. IV, s. 168, İzgi, c. II, s. 48-49.
23 İ.Ü.Ktp. TY, nr. 1166, yap. 310.
24 İzgi, c. II, s. 53.
25 İzgi, c. II, s. 54.
26Mucem el-Muellifîn, c. IX, s. 207.
27KZ, S. 1899-1900; GAL, SI, 825.
28Fihris, s. 99-100.
29 İzgi, c. II, s. 54.
30Mucem el-Muellifîn, c. XI, s. 192, 273; Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 266.
31KZ, s. 1900; GAL, c. I, s. 457, SI, s. 825; Fihris, s. 101-102.
32 İzgi, c. II, s. 55.
33Mucem el-Muellifîn, c. XIII, s. 114; GAL, c. I, s. 457, SI, s. 825.
34KZ, s. 1900; GAL, c. I, s. 457, SI, s. 825, Fihris, s. 102-103.
35Taşköprîzade, eş-Şekaik en-Numaniyye, s. 360; Atayî, s. 81; KZ, s. 1900.
36 el-Muhibbî, c. II, s. 458.
37el-Alam, c. VII, s. 163; Mucem el-Muellifîn, c. XII, s. 145; GAL, c. II, s. 82, SII, s. 93.
38KZ, s. 1900; GAL, SI, s. 825.
39Fihris, s. 103-104.
40Mucem el-Muellifîn, c. XI, s. 170.
41Fihris, s. 104.
42Fihris, s. 104.
43KZ, s. 1900.
44Fihris, s. 104.
45Fihris, s. 105.
46GAL, SI, s. 825-826; Fihris, s. 105.
47KZ, s. 1900.
48Fihris, s. 106.
49Osmanlı Müellifleri, c. II, s. 225-226; İA, c. XI, s. 249-250.
50KZ, s. 1900.
51Fihris, s. 105-106.